DUT AĞACI
O birkaç saniye de avlanırsın, kaybolma hissin artık bir tepkiye dönüşür. Ondan hemen çıkmalısın. Sahilde yürürken midye çıkaran çocuklara, izmarit ve mırmır yakalamaya çalışan adamlara rastlarsın. Oltalarının ucunda bazen yemler bazen kendileri olur. Bu sözü bir gün anlarsın.
Egemen Tuğluay
11/28/20254 min read


DUT AĞACI
Hayatın tekrardan iyi hissettirmesine ihtiyacı olan herkes gibi, elleri ceplerinde bir yerden bir diğerine savrulan adamların, bir omuz silkmesiyle sokaklarda yaşamayı aradığı o mahalleyi anlatacağım. Bir tarafından baktığınızda yokuşlarda biten ormanların defne, ıhlamur ve çınarlarla dolu olduğunu görürsünüz. Bu ormanlarda insan olmayı katlanabilir kılan bir şeyler vardır. Çünkü her zaman bir yerlerinde görülmemiş, bakılmamış köşeler yakalarsınız. Hiç görülmemiş o çiçek senin onu görmen için oradadır. Belki de az sonra bir hayvan tarafından ezilecek, belki onu görememenin sendeki etkisiyle yaşayacaksın. Hiç bunu düşündün mü?
E. bir yandan bunları söylerken A.’nın sol elini iki eliyle birden tutuyor. Baş parmaklarıyla işaret parmaklarının başladığı kemikten ellerinin üstüne doğru okşuyordu. Bunu yapması onu alelade değil, özenle sevdiğini gösteriyordu. Özenle sevmek belki de en insanca şeydir, belki hiç bulunmamıştır, icat edilmeyi bekliyordur.
Sonra bu ormanlarda dolaşırken ciğerlerinin temizlendiğini, temiz havadan başının döndüğünü, koca yemişlerin top top parlayan kırmızılarını zor da olsa fark ettiğinde bir tebessümle mırıldanmaya başlayacağını bilmelisin. Çünkü kocayemişleri görmen gülümsemen için yeterlidir. Burada gerçekten gülmen gerekiyordu.
Dut Ağacı’ndan dökülen dutların yerde yapış yapış olduğu, dallarında beyazdan hafif sarıya dönen dutları arada kopararak oturdukları o bankta; belki de hayatlarının en naif diyaloğunu yaşıyorlardı. En azından E. bunun böyle olduğuna inandı. A. farkında olmasa ne değişirdi ki?
A.- Bu yeri ne kadardır biliyorsun?
E- Nasıl yani?
A- Burayı diyorum, bu eski evin yanındaki dut ağacını, bu bankı, başını sola çevirdiğinde gördüğün denizi sola çevirdiğinde gördüğün dağı?
E-Orman gösterdi.
A.- Anlamadım
E- Ben kasıtlı olarak kayboluyorum bazen. Burayı o kayboluşlarımdan birinde keşfettim.
A.- Kasıtlı kaybolmak da nedir?
E.- Sana da oluyordur da çözmek istememişsindir.
A.- Yine anlamadım.
E.- Tekrar eden şeylerin getirdiği bir yılgınlık var üzerimde. Bir soruna hep benzer çözümlerle
yaklaştığım ve yanıldığım. İşte bir süredir böyle anlarda öylesine yürümeye karar verdim.Gerçekten etrafıma bakarak. Yani yine bir tepede yürürken bu bankı ve dut ağacını fark ederek etrafıma baktım anlayacağın.
A.- Birgün beraber kaybolalım.
E. A.’dan duyduğu bu cümlenin yarattığı tesirle göğsünün içinde hoplayıp duran bir küçük çocuk duydu. Göğsünün içindeki bu çocuk aynı zamanda ayaklarından ellerine bir uyuşukluk da uyandırıyordu. E. ‘nin elleri içinde kaybolan A.’nın sol eli terlemişti.
Ancak diyaloğun hep yeni şekillerde daha cazip daha da dinlenesi olması, bu durumu göze batan bir şey olmaktan çıkardı. Belki E. ona sadece onu çok beğendiğini söylese aynı etki olmazdı. Yani o terleyen el güzel gelmez belki öyle tatlı da kokmazdı. Bu mahallenin sadece dağları da yoktur bilmelisin. Dağları, tepeleri bölen kent merkezinin sokaklarından aşağıya doğru biraz yürüdüğünde sahile ulaşırsın. Sahili yukarıya kıyasla çok daha düzdür. Üç tane balıkçı barınağı iki tane de iskelesi vardır. İnsanları hep aynı yalnızlığı yaşar. Herkes birbirinin yalnızıdır burada, beraber olsalar da. Deniz kıyısına ulaştığında yer yer biriken yosunların öldüğünü ve pis koktuğunu hemen fark edersin. Buna belediyenin bir türlü çözüm bulamadığını düşünürsün birkaç saniye. O birkaç saniye de avlanırsın, kaybolma hissin artık bir tepkiye dönüşür. Ondan hemen çıkmalısın. Sahilde yürürken midye çıkaran çocuklara, izmarit ve mırmır yakalamaya çalışan adamlara rastlarsın. Oltalarının ucunda bazen yemler bazen kendileri olur. Bu sözü bir gün anlarsın.
A.-Burayı bu kadar sahiplenmen kulağa biraz ilginç geliyor.
E.-Nasıl yani?
A.-Aslında senin burada sadece bulunarak gördüğün bu şeyleri belki kimse görmüyor?
E.-E nolmuş canım?
A.-Belki de oltanın ucuna kendini koyan adam bu mahalleye has bir şey değildir. Belki senin dünyandır bu.
E. Başından vurulmuşa döndü. Bu cümle çok uzun zamandır duyması gereken şeydi. “Belki senin dünyandır bu.” Bunu duyduğunda fark etmiş oldu. Gittiği ve gördüğü her yerde bir inceliği aramak onun yazgısıydı. Bu yazgı bu mahalleyle ilgili değildi. Başka bir şehirde, bambaşka bir kasabada da bunları görecekti. Bunları fark ederek dolaşacaktı. Ellerinde A.’nınelleri varsa hatta bunları ifade edebilecekti.
Dut ağacının altındaki o bankta E. ve A. bir süre daha konuştular, bir süre daha bazı ihtimaller ıskalandı. Birbirlerinin yüzüne çok uzun süre bakan insanların bakışları birbirine benzemeye başlar. Yüzlerindeki kusurlar tatlı gelir. Vücutlarındaki varsa orantısızlıklar olması gereken bir duruma dönüşür. Bunun adını henüz kimse koyamadı.
E.-Biliyor musun haklısın.
A. -Hangi konuda?
E.-Bu benim dünyam. Nerede olursam bunları göreceğim.
A. Hiçbir şey söylemedi.
E. de biraz durduktan sonra dut ağacından bir dut kopardı. Üzerinde toz vardır diye yalandan da olsa biraz üfledi. A.’ya dutu yedirdi. A. gülümsedi, dut ağacına uzandı, daldan tuttu kendini kopardı.
Egemen Tuğluay
Haziran 2025, Taşliman Çınarcık Yalova
